facebook twitter instagram google-plus pinterest linkedin search heart chat eye trending-up clock font keyboard_arrow_up
M. Tekin Koçkar Öğretim Görevlisi Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
  1. Anasayfa >
  2. At ve İnsan >
  3. Atın Evrimi ve Günümüz Atları
M. Tekin KOÇKAR
14 Mart Çarşamba 2018 @ 13:00
16 Dakika Okuma Süresi
+ -

Atın Evrimi ve Günümüz Atları

Günümüzde atın evrimsel gelişimi fosil buluntuları sayesinde çok iyi bir biçimde izlenebilmektedir. Atgiller (Equidaee), Gergedan, Tapir ve günümüzde bazı soyu tükenmiş türlerle birlikte Tektoynaklılar (Perissodactyla) takımını oluşturmaktadır.

Bu takımın özelliği eşek, zebra ve at gibi hayvanlarda görülen astragalus (topuk) kemiğinin üstündeki eyer biçimli çıkıntıdır. Bu çıkıntı, altındaki kemiğin öne ve arkaya rahat hareket etmesini sağlar. Tektoynaklılar takımı Eosen döneminde, 55 – 40 Milyon yıl kadar önce, çeşitli toynaklı soyların içinden çıktığı bir grup memelinin ortak atasından ayrışmıştır.

eohippus (kohuku

                                                Resim 3: Hyracotherium (Eohippus)

Modern Atlar (Equus caballus), ayaktaki üçüncü dijitin büyümesi, ikinci ve dördüncünün küçük kalıntılara dönüşmesi ile kendilerini gösterirler. Burada yalnızca üçüncü dijitin ucu yere değer. Atın dişleri otlamaya yönelik adaptasyon geçirmiştir ve içerdiği silika ile hızlı aşınım gösterir (Emiroğlu, 2003).

Modern Atlara gelinceye kadar at ırkının geçirdiği aşamaları şöyle özetlemek mümkündür: 

a. Eosen ve Oligosen (Erken Atlar) Dönemi (60 Milyon yıl önce):

1. Hyracotherium,

2. Orohippus,

3. Mesohippus,

4. Miohippus


b. Miocene ve Pliocene (Tam Atlar) Dönemi (30 Milyon yıl önce):

1. Kalobatippus,

2. Parahippus,

3. Merychippus,

4. Hipparion,

5. Pliohippus,

6. Dinohippus,

7. Plesippus 

Horseevolution2 copy

                            Resim 4: Atın evrim aşamaları 

1867'de ABD Wyoming'de daha eski dönemlerden kalan daha eksiksiz fosillerin bulunmasıyla Equidae'nin atalarıyla karşı karşıya olunduğu anlaşıldı. 1931'de yine Wyoming'de eksiksiz iskeleti bulu­nan bu hayvana Eohippus adı verilmişti (Bowling, 2000).

Hyracotherium'dan (Resim 2)yaklaşık 2 milyon yıl sonra ortaya çıkan Oro­hippus Eosen döneminde, 52-45 milyon yıl önce yaşamıştır ve iki cins birlikte var olmuştur, fakat Orohippus sayı olarak fazla olmadığı gibi coğrafi dağılımı da sınırlıdır; fosilleri Wyoming ve Oregon'da bulunmuştur.

Hyracotherium'un torunları dağıldığı kıtalarda farklı evrim göster­mişlerdir. Avrasya'da görece kısa ömürlü türler (Palaeother) gelişmiş, Ku­zey Amerika'da ortaya çıkan türler Avrasya ve Güney Amerika'ya yayıl­mıştır. Hyracotherium 'dan Mesohippus'a (Resim 3) doğru yaşanan evrimde gövde büyümüş, bacaklar uzamıştır.


Mesohippus

    Resim 5: Mesohippus (Oligosen dönemi, 32-25 milyon yıl önce)

Kaagan’a göre ise geç Pleistocene ve erken Holocene dönemlerinde (25 – 20 milyon yıl önce) atların formları ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu dönemdeki türe The Caballines (Equus ferns) adı verilmektedir (Kaagan, 2000). 

Oligosen'le Miyosen (25–8 milyon yıl önce) dönemlerinde iki ana tür ortaya çıkmıştır. Bazıları Bering Boğazı yoluyla Kuzey As­ya'ya geçen Anchitere'ler Oligosen dönemdeki atalarına benzerler, fa­kat daha cüsselidirler. Öteki soy olan Parahippus daha uzun yüze sa­hiptir. Ormanda yaşayan atlarla modern çayır atları arasındaki evrim halkasını temsil eden Parahippus yaprakları terk ederek otlamaya başlamıştır. Bu dönemde Kuzey Amerika'nın iklimi gittikçe kuru­makta ve otlaklar seyrekleşmektedir. Bu nedenle hızlı koşucu ol­manın avantajları artmıştır ve otlamanın diş yapısındaki etkisi ken­disini gösterir (Bowling, 2000).

Merychippus'un soyu Miyosen dönemde, birkaç milyon yıl atlarla birlikte var olmak üzere, çeşitli türlere evrilmiştir. Modern atın "de­de" si Pliohippus 12-6 milyon yıl önce yaşamıştır; Güney Amerika kıta­sında bir zaman yaşamış olan Hippidion ve Onohippidion cinslerinin ve Kuzey Amerika'da Equus'un evrimleştiği Dinohippus'un atası olarak kabul edilmektedir.

Equus çeşitli at ailelerinden yaşayan tek türdür; 5 milyon yıl ön­cesinden bugüne kadar yaşamını sürdürmüştür. Yaşayan diğer türler eşek ve zebradır. Equus fosilleri Avustralya ve Antarktika dışında bü­tün kıtalarda bulunmuştur. Fakat Equus'un soyu, ortaya çıktığı Kuzey Ame­rika'da yaklaşık 10.000 yıl önce tükenmiştir.

Amerikalı paleontolog G. G. Simpson atın evrim tarihini, Hyracotherium'dan Equus'a kadar geçen 60 milyon yıllık süre içinde, her bi­ri ortalama 7,5 milyon yıl süren sekiz cins, her biri ortalama 2 milyon yıl süren otuz tür ve cinsel olgunluk için ortalama dört yaş alındığında 15 milyon kuşak olarak özetlemektedir (Gianoli, 1969).


Horse evolution

Эволюционный ряд лошади

                                                Resim 6: Atın iskelet ve biçim evrimi

  • 55 milyon yıl önce Hyracotherium (Eohippus) 
  • 50 milyon yıl önce Oligohippus 
  • 17 milyon yıl önce Merychippus 
  • 10 milyon yıl önce Pliohippus 
  • 4 milyon yıl önce Equus (modern at) [1]

Bugünkü atların ataları son buzul çağında Kuzey Amerika'dan As­ya'ya gelmiş, buzul hattını izleyerek Avrasya'ya yayılmış ve çağlar bo­yunca çevre koşullarına uyarlanmıştır. Fosillerden, Amerika'dan gelip gelmediği bilinemeyen temel iki grup içinde dört tip saptanmaktadır. Bu iki grup, nemli, soğuk iklimde yaşayan, bataklık ve ormanlık alan­larda yırtıcılardan saklanmaya çalışan küçük atlar (pony'ler) ile daha sıcak ve kuru iklimde yaşayan ve düşmanından kaçmaya çalışan, bilinen anlamıyla kullandığımız sözcükle “at” lardır (Kuzmina, 1997).

Birinci tip: Nemli, ormanlık bölgelerde, yani kuzeybatı Avru­pa'da yaşayan, örneğini Exmoor Pony'sinin oluşturduğu pony'dir. Cidagosu 125cm. civarında, rengi doru ya da yağızdır. Kulakları küçük, burun delikleri geniş, yele ve kuyruğu bol kıllıdır.

İkinci tip: Daha iri, çekim atının minyatürü gibi görünen, taygalarda, yani kuzey Avrasya'da yaşayan, en belirgin örneğini Highland Pony'sinin oluşturduğu ve çok daha yaygın olan pony'dir. Cidago yüksekliği ortalama 145cm.’dir. Kuyruğu ve yelesi bol kıllı ve yelesi diktir; ayaklarında kıl az ya da hiç yoktur.

Üçüncü tip: İklimin kuru fakat bozkırların geniş ve mevsiminde çayırların bol olduğu Orta Asya'da yaşayan Ahalteke atıdır. Cidago’su ortalama 150cm.’dir. Yelesi de kuyruğu da kısa ve az kıllıdır. Başı uzun ve dar, kulakları, boynu uzundur. Dört tipin en iri yapılı olanıdır ve Yemen'e, Kuzey Afrika’ya ve oradan İspanya'ya kadar yayılan at ırklarını atası olduğu düşünülmektedir.

Dördüncü tip: Batı Asya'da yaşayan, Hazar (Caspian) tipi olarak tanınan attır. Üçüncü tipin özelliklerini taşır, daha küçüktür, cidago yüksekli­ği ortalama 120cm.’edir. Kemik yapısı ince, kulakları küçük, başı kısa, yelesi ve kuyruğu bol ve ince kıllıdır. Tarih öncesinden beri Mısır'a kadar git­tiği veya belki de götürülmüş olduğu sanılmaktadır.

Exmoor Pony7 

 Exmoor Pony 

 

           Highland Pony                                                                         

133172_488890541161214_400009172_o

Ahalteke Atı 

Caspian Horse10

Caspian (Hazar) Atı

Tarih öncesi hangi atın, hangi modern ırkın, hatta hangi kadim ırkların atası olduğu günümüzde büyük tartışma konusudur. Orta Asya atlarıyla Arap atları karşılaştırıldığında, ilkinin toynak­larının, çöl iklimine uygun Arap atının toynaklarına göre daha küçük olduğu veya yine ilkinin uzun mesafe koşmaya, Arap atının ise daha kısa mesafede hız yapmaya uygun olduğu, yani çevreye uyarlandığı anlaşılmaktadır.

Herodot (M.Ö. 5. yy) Dinyeper'in vahşi atlarından söz eder. Aristoteles (M.Ö. 4. yy) İskender'in Hint seferinde evcilleştirilen vahşi atları anlatır. Strabon (M.Ö. 1. yy – M.S. 1. yy) İspanya'da vahşi at­lar görmüştür. Plinius (M.S. 1–2. yy) Germanya'da vahşi atlara rastladığını belirtir.

Aziz Bonifacius M.S. 732 yılında ekili ürünlere zarar veren vahşi atların yok edilmeleri çağrısında bulunur. Rusya'da 1240, Prusya'da 1518'de vah­şi atlardan söz edilir. Fransa-Almanya sınırında, Alsace ve Vosges böl­gelerinde vahşi at sürüleri bulunduğuna 1576'da gezgin Daniel Spekle de ta­nıklık eder (Braudel, 1972).

Avrupa’nın son vahşi atları (Equus caballus)Ukrayna'da 19. yüzyıl ortalarında yok edilmişlerdir. Polonya ve Güney Rusya'da ise vahşi atların yaşamları 20. yüzyıla kadar sürmüştür. Ancak, çeşitli nedenlerle insanlardan kaçıp do­ğada hür yaşayan ve yabanileşen eski ehil atlarla yabani atları karış­tırmamak gerekir. Kaynaklarda yabani olarak sözü edilen atların ger­çekten biyolojik cins olarak vahşi olup olmadıklarını bugün anlama­nın olanağı yoktur. Bu konudaki gen araştırmaları halen sürdürülmektedir.

Günümüzde en çok yabani at ABD'de bulunmaktadır. Amerika kıtasına atlar Avrupa’dan getirilerek sokulmuş olmalarına karşın, yüzyıllar için­de birçok at insanların elinden kaçarak kendi başlarına doğada yaşa­maya başlamış, Kızılderililer de bindikleri atları terbiye etmedikleri gibi yarı serbest sürüler halinde tutmuşlar ve İspanyol, İngiliz veya Amerikalılardan elde ettikleri atlarla bu yabani at sürülerinin kalaba­lıklaşmasına katkıda bulunmuşlardır. Ancak 19. yüzyılda ABD'de sa­yıları 2 milyon olarak tahmin edilen bu yabani hayvanlar çiftçilerin hücumuna uğramış, hayvan yemi yapılmak için avlanmış ve sayıları 1970'lerde on binlerle ifade edilir duruma gelmiştir.

Yabani atların son görüldükleri yer Moğolistan'dı. Moğolların verdiği adla Taki (Przewalskiy) atı, bilimsel adıyla Equus caballus przewalskii'nin do­ğadaki son gözlem kaydı Polonya ve Güney Rusya'da 1960'lı yıllarda yapılmıştır. Son kez 1969'da Gun Tamgo'da görülmüştür. Çarlık Rusyası Genelkur­may Haber Alma Dairesi'nde görevli olan Albay Nikolay Mihayloviç Przewalskiy (1839 - 1888) İç Asya, Tibet, Sibirya gezileriyle tanınmış, yolculuk notları, bitki ve hayvan koleksiyonlarıyla bölgeye ait bilgile­re önemli katkılarda bulunmuştur. 1881 yılında rapor ettiği Batı Moğolis­tan'ın yabani atlarına onun adı verilmiştir. Birçoğu koruma altında yetiştirilen Przewalskiy atlarının sayısı bugün dünyanın çeşitli yerlerindeki hayvanat bahçeleri ve parklarda toplam 1500 kadardır.

1960'lardan itibaren sürdürülen araştırmalara rağmen bu atlar bir daha görülememiş, doğada yaşayan Przewalskiy atlarından umut kesil­miştir. Evcilleştirilmiş yarı yabani atlarla çiftleşerek ayırt edici özellik­lerini yitirmiş oldukları sanılmaktadır.

İlk evcilleştirilen hayvan, günümüzden 11.000 yıl önce evcilleştirilen köpekti. Onu 9000 yıl önce evcilleştirilen keçi ve koyun izlemiştir. Daha sonra domuz, rengeyiği ve kümes hayvanları evcilleştirildi. Atın evcilleştirilmesi bu hayvanlardan sonra gelir.

Hayvanların üretilmesi ve kullanım biçimini belirleyen, coğrafi koşullardır. İklim ve topografya koşullarına göre üretici, yerleşik yaşama geçmeyi, tarımı ve hayvanlarını ağıllarda yetiştirmeyi veya bunların alternatifi göçebeliği seçecektir. Tarımla uğraşan bir aile kendisinin ve hayvanları­nın kışlık yiyeceğini sonbahara kadar hazırlamalıdır ve kışın saman bi­tip bahar otları çıkmakta geciktiğinde çok zor durumda kalacaktır. Bu durumda göçebe insan, hayvanlarını sürüler halinde, yerleşik ağıllarda yetişti­recektir. İnsan ve hayvan hastalıkları karşısında da yerleşik insan, göçebe­den çok daha zor koşullarla karşı karşıyadır.

Rus bilim adamı Popatov'un araştırmalarına göre 51° kuzey enleminin yukarısında öküz ye­tiştirmek mümkün değildir. Atlar içinse sınır 60°'ye kadar çıkabil­mektedir; at da belirli enlemden daha güneye inemez. Yani göçebe­nin yetiştirebileceği her hayvan için belirli kuzey-güney sınırları var­dır (Jankovich, 1971). 

Kuramsal olarak otlayan hayvanların değişik coğrafi bölgelerde yetiştirilmesinin sınırı yoksa da, bu “yapay” üreti­min ekonomik sınırları vardır. Zamanla teknolojik olarak coğrafi sınır­ları zorlama olanakları artmıştır fakat bunun ekonomik anlamlılığı her zaman en geçerli sorundur. Beslenmesi gereken insan nüfusu ve insa­nı besleyebilmek için gereksinilen hayvanların beslenmesine ayrılabi­lecek kaynaklar arasındaki denge, toprakların nasıl kullanıldığı ve kullanılabileceği ile ilgilidir. Buna göre domuz, koyun veya sığır terci­hi yapılacaktır. Örneğin, Braudel 16. yüzyıl Akdeniz'ini anlattığı anıt­sal eserinde, süvari savaşlarının o kadar önemsendiği dönemde Avru­pa'da yeterince at yetiştirilemeyip Ortadoğu ülkelerinden alınmak zo­runda kalınmasını, nüfus-toprak dengesi ile açıklamaktadır. Braudel’e göre Avru­pa'da istenen nitelikte at yetiştirmeye ayrılabilecek alanlar sınırlıdır (Braudel, 1972).

Yabani at sürülerinde sürü başı aygırın rolü sürüyü bir arada tutmak ve en iyi otlak ve suyu bulmakla sınırlı değildir. Önder ay­gır, sürü kısraklarını da haremine alır ve aygırlar arasındaki önderlik mücadelesi en başarılının soyunu sürdürmesi anlamına da gelir. Ür­ken bir atın sürü önderi aygırın yanına koşarken, diğerlerinin sakince otlamaya devam ettikleri fakat önderin ürkmesi durumunda bü­tün sürünün onun peşinden koştuğu gözlenmiştir. Dolayısıyla böy­le bir sürüyü gütmek yerine ona yol göstermek için bu niteliklerde bir hayvana binmek yeterlidir. Evcil at sürüleri ise (aynı sığır cin­sinden ineklerin beslenmesi gibi) kısraklardan oluşur ve aygırın yokluğunda sürü başçılığı yapan kurnaz ve huysuz tecrübeli bir kıs­rak çıkar. Evcil sürülerle, biyolojik olarak yabani at kalmadığı için, yabani değil “doğada yaşayan” denen at­lar arasındaki ilişkiye bakıldığında, evcil kısrakların yılkı olarak do­laştığı veya insanlardan kaçarak doğal yaşamlarını sürdüren sürülere katılabildiği, evcil aygırların ise sürü önderi aygır tarafından para­landığı görülüyor. Evcil bir aygırın doğal yaşam sürdüren kısraklar­dan oluşmuş bir sürüye de katılma şansı yoktur, çünkü sürü evcil aygırın önderliğini kabul etmez ve ona karşı aynı saldırganlığı gös­terir (Emiroğlu, 2003).

Atlar ortalama 25 – 30 yıl yaşarlar. Ancak nadiren 40 yıl ve daha uzun yaşayanlar da vardır. 19. yüzyıl kayıtlarında Old Billy adlı bir atın 62 yıl yaşadığı bilinmektedir. Son yıllarda ise Guinness Rekorlar Kitabı’nda İngiltere West Sussex’de 56 yıl yaşayan ve 2007 yılında ölen Shetland-Exmoor melezi Sugar Puff adlı bir pony at kayıtlıdır [2].

    Shugar Puff, sahibi Sally Botting ile


KAYNAKLAR

EMİROĞLU, Kudret; YÜKSEL, Ahmet. Yoldaşımız At, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2003

JANKOVICH, Miklos. They Rode into Europe, The Fruitful Exchange in the Arts of Horsemanship Between East and West, Çev: Anthony Dent, George Harap Co. Ltd. London, 1971.

BRAUDEL, Fernand. The Mediterranean and The Mediterranean World in The Age of Philip II. Çev. Sian Reynolds, Newyork: Harper & row Publishers, 1972.

KUZMİNA, İrina Yevgeniyevna. Loşadi Severnoy Evrazii Ot İliosena Do Savremennosti, Zoologiçeskogo İnstituta RAN, Sankt Petersburg, 1997.

GIANOLI, Luigi. Horses And Horsmanship Trough The Age, Çev: Iris Brooks, Crown Publishers, New York, 1969.

BOWLİNG, Ann, Anatoly Ruvinsky. The Genetics of The Horse, CABI Publishing, London, 2000.

KAAGAN, Laura Mollie. The Horse In Late Pleistocene And Holocene Britain, Department of Biology, University College London, London, 2000.


[1] http://www.losharik.ru 

[2]  http://www.horseandhound.co.uk